17 Temmuz 2018 Salı

Kupa Raporu #3: Neler Yaşadık?


Didier Deschamps ve öğrencileri 2018 Dünya Kupası’nı şampiyon tamamlayarak ülkelerini sevince boğdu. Champs-Elysees’de milyonlar sokağa döküldü. Sevincin fotoğrafı gerçekten çok güzeldi. Coşkuyla sokağa çıkan Fransızlardan oluşan kilometrelerce kuyruk, Bill Shankly’nin sözünü hatırlattı: ‘’Futbol, bir hayat memat meselesi değildir. Ondan çok daha önemli bir şeydir.’’ Her ne kadar Shankly bunu söylerken ironi yapmış olsa da, gerçekten de futbolun hayatın kendisinden daha önemli olduğu anlar yaşıyoruz bazen. Bu tip zaferler toplumun büyük bir kesiminin hayat mücadelesini bir geceliğine de olsa kenara bırakıp, saf bir mutluluk hissini içinde yaşamasına olanak tanıyor. Takdir edersiniz ki günümüzde bu hisse kapılmak epey zor. Umarım bir gün Türk halkı da bu mutluluğun tadına bakabilir. 

Şampiyon bir takımı eleştirmek gerçekten zor bir durumdur. Sonuçta eleştirlerinize hedef olan takım kupayı kazanmıştır ve sizin söyledikleriniz, konuya ilişkin takımın emeline ulaştığı gerçeğine her zaman yenik düşer. Yine de bu Fransa ekibiyle alakalı söyleceklerim var. Tüm kazananlar haklıdır ama bu Fransa, Dünya Kupası tarihinin belki de en az ‘’haklı’’ kazananıydı. Öncelikle; Deschamps, turnuva boyunca orta sahadaki az üretken, daha korumacı yapının bir problem olduğuna inanmamış gibi gözüküyor. Hatırlarsınız, daha önceki kupa yazılarımda da bundan bahsetmiştim, o zaman problem olduğuna inandığım şeyin bir tercih olduğunu çeyrek finallerde anladım. Bu tercihle Dünya Şampiyonu olsanız da, Fransa herkesin ağzını açık bırakıp, futbol tarihinin en nadide köşelerinde anılacak şekilde şampiyon olmak yerine daha garantici bir yolu tercih etti. Açıkçası elinizde böyle bir imkan varken kullanmamak benim pek anlayabildiğim bir tercih değil. 49 yaşındaki teknik adamın kupa boyunca en olumlu hamlesi ise, Matuidi’ye sol tarafta, kanat da iç de diyemeyeceğimiz bir rol biçmesi oldu. Bu sayede yarı finaldeki Belçika maçı, beklenenin aksine epey rahat geçti çünkü Martinez’in 3-4-3’ünde grup maçlarından sonra sağ iç olarak görev yapan Kevin de Bruyne son derece silik bir 90 dakika geçirdi ve böylece Belçika en yaratıcı ismini kaybetmiş oldu. Deschamps, finalde de bu tercihten şaşmadı ve turnuva boyunca etkili olan Ante Rebic’ten de etkisiz bir performans gördük. Matuidi gerçekten muhteşem bir oyuncu ve genellikle hakkı verilmiyor. Yarı final ve finalde gösterdiği performans ve konsantrasyonu ders diye okutulmalı.

Fransa hakkında bu kadar konuşup da Kylian Mbappe’den bahsetmemek olmazdı. Nasıl bir oyuncu olduğunu, nelere kadir olduğunu ve bunların hepsini sadece ve sadece 19 yaşında yapabildiğini artık hepimiz biliyoruz. 19 yaşındayken bu kadar olgun ve kararlı olmak sadece futbol çerçevesinde değerlendirilmemeli. İnsan olarak da Mbappe’nin -Uruguay maçındaki şımarıklıklarına rağmen- dünyadaki herkese örnek teşkil etmesi gerekiyor. Kaç yaşında olduğunuzun bir önemi yok. Yeterince çalışır, sebat ederseniz hedefinize mutlaka ulaşıyorsunuz.

Finalin kaybeden tarafı Hırvatistan’da ise buruk bir sevinç hakim. Elbette Dünya Kupası finali kaybetmek hiç kolay bir şey değil ama her zaman ‘’tehlikeli takım’’ kategorisinde olan bir takımın sonunda elle tutulur bir başarı kazanması hem futbolcuları hem de halkı epeyce rahatlatmışa benziyor. Maçın ertesini günü Zagreb’e varan futbolcuları 300.000’in üzerinde insanın milli takımı karşılamaya gittiği söyleniyor. Final kaybedilse de Hırvatistan gibi bir ülkenin böyle bir başarı yakalamış olması çok değerli. 

Sıra Luka Modric övmeye geldi. Tottenham’dayken dünyanın en özel oyuncularından biri olma potansiyeli taşıyordu. Real Madrid’e geldi, Tottenham’daki Modric’in bile üzerine çıktı ve tarihin en iyi orta sahalarından biri oldu. Şimdi de Hırvatistan tarihinin en önemli başarısınıda milli takımının komutanlığını üstlendi ve bu görevi de muhteşem bir şekilde gerçekleştirdi. Şahsen Real Madrid’den nefret ederim ama sırf Modric için Real maçı izlediğim olmuştur. Daha önce yazılmamış ne yazabilirim bilmiyorum. Takımının ihtiyacına göre tempo yükseltip tempo düşüren, milimetrik ince paslarla da tam hedefe teslim uzun paslarla da oyun kurabilen ve asla mücadeleden kaçmayan bir futbolcu. Neredeyse zayıf tarafı yok. Danimarka maçında, uzatmalarda penaltı kaçırmasına rağmen, seri penaltı atışlarında tereddütsüz topa gitmesi ve golü atması büyülü bir sekanstı. Genellikle insanlar Ronaldo ve Messi’yi izlediğimiz için ne kadar şanslı olduğumuzu söylerler ama bence Modric’e tanık olduğumuz için de bir o kadar şanslıyız.

‘’Futbol evine dönüyor’’ goygoyu hakkında da kelam etmek gerekir sanırım. Three Lions’ın Euro 96 için yazdığı ‘’It’s Coming Home’’ şarkısı yıllar sonra İngiltere’de müzik listelerinde bir numaraya yükselmiş. Kabul, şarkı çok güzel hatta açtım dinledim şimdi ama evine falan dönmüyordu ya. İngiltere’nin turnuva boyunca etkili olduğu tek alan duran toplardı. Ordaki taktikleri hakikaten takdire şayan, görmediğimiz bir şey gösterdiler. Zaten o sayede yarı final oynadılar. Açık oyunda Panama maçı hariç izleyenlere keyif verdikleri tek maç yok. Hırvatistan maçında golden sonra yaşadıkları zihinsel çöküş de buna ne kadar hazır olmadıklarını gösteriyordu. Belçika maçına da gelmemişler zaten. Yine de duran top organizasyonlarını ve Harry Kane’in liderliğini övmek gerekir. Attığı 6 golün 3’ü penaltıdan da olsa, o penaltıları gole çevirmek de meziyet istiyor. Southgate, sırf şu duran top organizasyonlarıyla İngiltere’nin başında en azından Euro 2020’ye gitmeyi hak etti. Ayrılsa kim gelecek ki zaten, Roy Hodgson mı yoksa ? :)

Turnuvaya tam anlamıyla damgasını vuran VAR sistemiyle ilgili de yazmadan geçmek olmaz. Final maçı sebebiyle bazı eleştirlere sebep olsa da VAR’ın sınıfı geçtiğine ve futbol dünyasında bir milat olacağına kuşku yok. Geçen sezon İtalya ve Almanya’da uygulanan sistemde futbolcuların VAR ile beraber futbolcuların ceza sahasında daha dikkatli olduklarına ve aldatmaya yönelik hareketleri azalttıkları tespit edilmişti zaten. Kupada VAR ile verilen penaltıları ve aslında penaltı olan bu pozisyonlar es geçilseydi yaşanabilecek adaletsizlikleri de düşününce, bu uygulamaya aslında futbolun ne kadar ihtiyacı olduğunu anlıyorsunuz. Futbol, milyar dolarlık bir endüstri ve bu kadar paranın döndüğü yerde son derece kritik kararları insan zihnine bırakmak pek de akıl kârı değil. İmkan olduğu durumlarda her zaman teknolojiden destek alınmalı. Gol çizgisi teknolojisi, ‘’çizgiyi geçti mi?’’ tartışmasını ortadan kaldırdı. VAR sistemi de hakem tartışmalarını ciddi oranda azaltacak. Biliyorsunuz, Türkiye’de de 2018-19 sezonu VAR ile birlikte oynanacak ama Türkiye’de hakem tartışması bitmez. Onun için Cyborg’ların gelip maç yönetmesi lazım. Belki Cyborg’la bile bitmeyebilir :)


Turnuvanın Enleri


FIFA’nın verdiği resmi ödüllerle bir problemim yok. Bence doğru seçmişler, nitekim pek tartışma da olmadı zaten ama kurumun vermediği ödüller var. Onları da vermek lazım.

En iyi çıkış yapan oyuncu: Ante Rebic


Arjantin maçında attığı golle dikkatleri üzerine çekti ve daha sonra turnuvanın kalanında Hırvatistan için önemli bir etken oldu. Frankfurt’ta iyi bir sezon geçirmişti zaten o sebeple kadroda kendine yer buldu. Transfermarkt’ta kupa öncesi değeri 10 milyon Euro iken kupanın bitişiyle 30 milyon Euro’ya yükselmiş. Eh, Frankfurt’a hayırlı olsun ama yaptığı çıkışa rağmen asla bu paralara transfer edilecek bir futbolcu olduğunu düşünmüyorum. Oyun aklı ve son vuruşlarıyla ilgili ciddi problemler var bence. Ayrıca, bir kanat oyuncusu için yeterince hızlı değil, santrafordan devşirme zaten. Podolski de Alman Milli Takımı’yla coşar sonra Bayern Münih’te yedek kulübesinde beklerdi. Rebic’te de aynı durumun yaşanma olasılığı çok yüksek.

En büyük hayal kırıklığı: Lionel Messi


Bu kategoride Die Mannschaft ve Lionel Messi arasında kaldım, Messi burun farkıyla aldı. Almanya’nın gruplarda elenmesi hepimizi şaşkına çevirdi ama Dünyanın en iyi futbolcusunun bir Dünya Kupası’nda bu kadar pasif kalması utanç vericiydi. Milli takımda yaşadığı başarısızlıkların hepsini Messi’ye yıkmak haksızlık olur. Değerli biraderim Emir Leki’nin deyimiyle kaplumbağayla koşu yarışı yapsa kaybedecek Fazio’nun ve 147 yaşındaki orta sahadan devşirme Mascherano’nun stoper oynadığı takımın başarılı olması epey zor. Yine de o takımın lideri olarak çok daha fazla sorumluluk almalıydı. Maçların kritik anlarında Messi’nin hep ortadan kaybolduğunu gördük. 2010’dan farklı olarak bu sefer gerçekten maçın içinde değildi. 2010’da Messi mücadele ediyordu, savaşıyordu ama Almanya gibi bir makine karşısında bir madrabaz tarafından çalıştırılan Arjantin’in dağılması olağandı. Bu sefer 2010 Dünya Kupası’ndan da kötü bir turnuva geçirdi Messi ve artık zaman onun lehine işlemiyor. 2022 Katar’da 35 yaşında olacak. Bu Dünya Kupası, onun zirve döneminde kazanmak için son şansıydı, kullanamadı.

Turnuvanın Şaklabanı: Neymar Jr.


Sürekli yere atladı, yalandan kıvrandı ve hakeme itiraz etti. Yer yer sahneye çıkıp takımı kurtarsa da Brezilya’nın akışkan oyununun bozulmasındaki en büyük sebepti Neymar. Brezilya, Coutinho, Marcelo ve Firmino gibi aşırı yetenekli ayaklara sahip bir takımda her topu ayağına istemesi büyük sorun yarattı. Belçika maçında ise bir dünya gol kaçırdı, Brezilyalıları kahretti. PSG’de Cavani ile girdiği tartışmada konuşulmaya başlanan Neymar’ın antipatikliği, Dünya Kupası’nda zirve yaptı. En azından benim hesabıma PSG’ye liderlik edip Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırmadan bu algının değişmesi zor gözüküyor. Ha, bunu yaparsa da kendisini seveceğim falan yok. Sadece ‘’şaklaban’’ sıfatını kaldırırım.

Yazık oldu ödülü: Meksika


Almanya maçında oynadıkları futbolla kötü açılan turnuvada herkese bir ‘’oh’’ çektirmişlerdi. İsveç maçında gelen mağlubiyetle grup liderliğini kaçırdılar ve Brezilya ile eşleştiler. Grup liderli olabilseler turnuva ağacının diğer tarafında yarı final görebileceklerini düşünüyorum hala. Brezilya maçında da iyi bir futbol ortaya koydular ama bu sefer kalite ağır bastı ve veda ettiler. Lozano, Herrera ve Layun’un performansları da bize bir anı olarak kaldı.

Evet, bir Dünya Kupası da böyle geçip gitti. Şimdiden bir sonrakini beklemeye başladık hep beraber. 2006 ve 2010 Dünya Kupaları’ndan aldığım keyfi alamadım ama Dünya Kupası bu. Keyifsiz versiyonu yok :)


4 Temmuz 2018 Çarşamba

Kupa Raporu #2: Son 16


Fransa 4-3 Arjantin


Maçlar genellikle kazananların yaptıkları üzerinden yorumlanır ancak, ben bu maçın Arjantin’in savunma zaafiyetiyle yorumlanması gerektiğini düşünüyorum. Yani, 11 profesyonel futbolcu bir araya gelip bu kadar kötü savunma yapmamalı. Tamam, hiçbir zaman Arjantin’in kompakt bir yapıya sahip olabileceğini düşünmedik ama turnuva boyunca bu kadar dağınık gözükmelerini kimse beklemiyordu. Argümanların pek çoğu bireysel performanslar üzerinden geldi ama bu problem kesinlikle kişilere indirgenmemeli. Aynı takımın hücumda da sistematik bir yapı kuramadığını düşünecek olursak sorunun takım kurgusunda aranması daha mantıklı hale geliyor. Bütün bunlara Lionel Messi’nin kritik anlarda sorumluluk alamaması da eklenince yenilgi kaçınılmaz oldu zaten. Di Maria’nın harika golü de harcandı gitti bu hengamede. Fransa cephesinde ise Benjamin Pavard’ın dehşet’ül vahşet golünün ardından her şey yolunda gitti. Attıkları dördüncü golde yaptıkları kontra atak kupanın şu ana kadar ki en özel sekanslarından biriydi. Üçüncü golde de Mbappe’nin rakip savunmadan şık bir şekilde kurtulması içimizi eritti ama Fransa’da da belli sorunlar devam ediyor. Öncelikle orta sahadaki tıkanıklıkta herhangi bir değişiklik yok. Topu orta sahadan akıcı bir şekilde kaleye taşıyamadıkları sürece bu büyük potansiyeli asla sahaya tam olarak yansıtamayacaklar. Çeyrek finalde turnuvanın en dişli takımı Uruguay’la karşılaşacak olmaları da büyük bir soru işareti.

Uruguay 2-1 Portekiz


Uruguay’ın Portekiz’i elemesinin neden sürpriz olmadığını bu blogda yazmıştım maçtan sonra. Şimdi de maçın detaylarına inelim. Güney Amerika ekibi maçın başında Suarez’in açtığı nefis ortaya Cavani’nin düşmana vurur gibi vurmasıyla 1-0 öne geçti ve o andan itibaren öyle bir kapandı ki, Cristiano Ronaldo ceza sahasının dışından topa vurmak dışında herhangi bir aksiyon alamadı. Portekiz’in duran top haricinde gol atamayacağı bir süre sonra iyice ayyuka çıktı ki golü de öyle buldular zaten. Pepe’nin de hakkını vermek lazım, resmen nasıl kafa golü atılacağının uygulamalı dersini verdi. İki takım da maçı uzatmaya doğru götürmeye çalışırken işleri yine Cavani bozdu ama bu sefer o kadar klas vurdu ki, televizyon başında ayakta alkışlamak istedim golü. Muhteşem bir şeydi. Golde hava topuna aşırı hatalı çıkan Pepe’ye de ufak bir parantez açmak lazım yine de. O top arkaya sekmeseydi maç yüksek ihtimal penaltılara kalacaktı. Portekiz’in Ronaldo dışında hücum opsiyonu üretememesi bir turnuvanın daha sonunu getirdi onlar adına. Uruguay savunması Ronaldo’yu çok iyi etüt etmiş, adamı ceza sahasına bile sokmadılar. Bu maçla beraber Tabarez ve öğrencilerinin ne kadar tehlikeli olduğu iyice anlaşıldı. Fransa’yı çok ama çok zorlu bir görev bekliyor.

İspanya 1-1 Rusya


Ohhh. İçimin yağları eridi be! İspanya, golün ardından orta sahanın ortasından ceza alanına kadar olan 30-35 metrelik alanda paslaşmaktan başka hiçbir şey yapmadı. O kadar sıkıcıydı ki bir ara artık bünyem isteğim dışında uykuya yönlendirdi beni. Bilinçaltım bu rezaleti izlememe daha fazla dayanamadı. Pique, ceza alanında elini kolunu Gülhane Parkı’nda gezercesine savurunca Rusya penaltı kazandı ve Dzyuba maça eşitliği getirdi. Bu golün ardından Rusya daha da geriye çekildi ve İspanya pas yapmaya devam etti. İkinci yarıda da kayda değer hiçbir aksiyon yaşanmadı ve maç uzatmaya gitti. Uzatmada da, sonradan oyuna giren Rodrigo’nun yarattığı 1-2 pozisyon hariç, kayda değer bir olay görülmedi. İspanya ceza alanına girmeden pas yapmaya devam etti. Dünya Kupası’nda bir maçta 1000 pas barajını geçen ilk takım olma başarısını da göstermiş oldular böylece. İnanılmaz bir başarı. Kupa tarihine altın harflerle yazılacak bir an. Neyse ki, penaltılarda ilahi adalet tecelli etti ve Matadorlar bize izlettikleri şeyin cezasını elenerek ödediler. Ben Lopetegui’nin kupaya gelirken oyun planının bu olduğunu hiç sanmıyorum. Adamı Real Madrid ayağına yediler ve bunun cezasını da Portekiz maçı haricinde ortaya futbol namına tek bir şey koyamadan elenerek ödediler. Bu arada Rusya da sütten çıkmış ak kaşık değil elbette ama adamların maksimumu bu.

Hırvatistan 1-1 Danimarka


5-10 sene evvel şimdiki adı Bein Sports olan Ligtv’de ‘’Futbol Komedi’’ diye bir program vardı. 15 dakika falan yayında olurdu bu program ve genelde eski Manchester United kalecisi Fabien Barthez’in elinden kaçırdığı topları falan gösterirdi. Bu maçın ilk 5 dakikası ‘’Futbol Komedi’’ programından fırlamış gibiydi. İki takım da son derece korkunç hatalarla birer golü kalelerinde gördüler. Daha sonra Modric’in 115.dakikada kaçırdığı penaltıya kadar aksiyon fakiri bir maç izledik yine. Valla sanırım 1 Temmuz 2018, Dünya Kupası tarihinin en sıkıcı günü oldu. Abilerim yine de beni uyarsın, 1990 Dünya Kupası’nın her günü sıkıcıymış galiba :) Yalnız, Kasper’in çıkardığı penaltıdan sonra babası Peter Schmeichel’ın sevinci de görülmeye değerdi. Zaten adamın Twitter Bio’sunda ‘’Bir Premier League şampiyonunun babası’’ yazıyor. Vallahi çok büyük adam. Böyle ebeveynlere toplum olarak bizim de ihtiyacımız var. Neyse efendim, 120 dakikanın sonunda penaltılara kalan maçı Hırvatistan kazandı ve çeyrek finalde Rusya’nın rakibi oldu. Modric’in maç içinde penaltı kaçırdıktan sonra seri penaltı atışlarında da topun başına gelmesi ve atışı öyle ya da böyle gole çevirmesi çok değerliydi. İşte böyle büyük topçu olunuyor. Çeyrek finalde Rusya, İspanya maçındaki stratejisini sergileyecektir. Hırvatistan’ın o kilidi açamayacağını düşünüyorum. Yine uzatmaya giden bir maç izlememiz muhtemel bence.

Brezilya 2-0 Meksika


‘’Keşke iki takım da çeyrek finale yükselebilseydi.’’ dediğim tek maç buydu ikinci turda. Almanya karşısında nefis bir futbol oynayan Meksika, gruptaki diğer maçlarında İsveç ve Güney Kore karşısında bu performansı gösterememişti. Bunun sebebi de kontraya çok bağlı bir takım olmaları. Özellikle İsveç maçı bize gösterdi ki, Meksika set hücumunu pek becerebilen bir takım değil. Karşılarında Brezilya’yı bulunca yine kontralarla etkili olmaya çalıştılar ama Almanya’nın aksine Sambacılar buna epey hazırlıklıydı. Pek fırsat vermediler. Brezilya cephesinde ise Neymar’ın liderliğini izledik aslında. Bunu itiraf etmek benim için büyük bir adım çünkü kendisini pek sevmem. Böylesine zengin bir kadronun ferdi olarak aslında biraz da takım arkadaşlarına fırsat yaratmayı, onları oyunun içine sokmayı düşünebilmesi lazım. Eğer bunu gerçekleştirebilirlerse çok daha tehlikeli bir takım olacaklar. Yine de şu halleri de kupanın en büyük favorisi olmaya yetiyor bence. Yalnız Neymar kardeşime söylemek istediklerim var. Baba, sürekli yere düşüp numara çekme allah kitap aşkına. Biri dokunsa anında yere yatıp kıvranmaya başlıyorsun, olmuyor.

Belçika 3-2 Japonya


‘’Manchester United 2-0 geridedir ve artık top şişirmeye başlayacaktır. Fellaini oyuna girer. Maç 2-0 sonuçlanır.’’ Kırmızı şeytanlar için genelde bu şekilde süregelen hikaye, Belçika milli takımı için işlemedi. Fellaini girdi oyuna, tertemiz yükselip kafa golünü zımba gibi attı kaleye ve geri dönüşün fitilini ateşledi. Aslında ilk yarı sakin geçen maç ikinci yarıda gerçek bir dramaya döndü. Önce Japonya’nın 2-0 öne geçti; ‘’Altın jenerasyon yine mi patlayacak acaba?’’ sorusunun kafamızda dolaşmaya başlamasının ardından Belçika skoru 2-2’ye taşıdı. Maçın son kornerini kullanmaya giden Japonya, bu kornere 6 kişi getirdi. Korneri kullanan Honda, topu Courtois’nın kucağına attı. Yıldız kaleci de son derece akıllıca bir hareketle, ki bence golün en azından yüzde 40’ını Courtois’ya yazmak gerekir, topu De Bruyne’nin önüne yuvarladı ve Belçika tüm sahayı 5 saniyede geçip golü attı. Belçika bu maçı zor da olsa kazandı ama merkezdeki savunma zaafları hala sürüyor. 3-4-3 gibi son derece hücum odaklı bir taktiğin merkez orta sahasında da De Bruyne ve Witsel’i kullanınca bu tür sorunlar kaçınılmaz oluyor. Çeyrek finalde rakip Brezilya ve Sambacılar bu zaafiyeti çok çok iyi değerlendirebilir. Bence Belçika için yolun sonu gözüküyor.

İsveç 1-0 İsviçre


Şahsi fikrime göre Uruguay’dan sonra turnuvanın en iyi savunma yapan ikinci takımı olan İsveç, İsviçre’yi neredeyse pozisyon vermeden eledi. Kırmızı-Beyazlılar’ın hücumda yaratıcılık namına repertuarı geniş tek ismi olan Shaqiri’yi çok iyi kilitlediler ve biraz da şansın yardımıyla gelen bir golle çeyrek finale adlarını yazdırdılar. Bütün bunları İbrahimovic’siz yapmış olmaları da takdire şayan ama İbrahimovic gelseydi bu kompakt yapıyı kuramazlardı. Yine de takım oyununa yatkın, iyi bir santrafora bu takımın ihtiyacı var çünkü Markus Berg’İn pek top oynayacak hali kalmamış, çok belli. Zlatan da şimdi evde ağlıyordur. Havuzdan video atıp hocaya gider yapmakla olmuyormuş bu işler.

Kolombiya 1-1 İngiltere


Ben bu maçtan inanılmaz ümitliydim, gol ve heyecan fırtınası bekliyordum. Beklentilerimin altında kalsa da heyecan konusunda pek eksiği yoktu maçın. Harry Kane yine bir penaltı golüyle İngilizleri 1-0 öne geçirdi ve turnuvadaki altıncı golünü kaydetmiş oldu. İngiliz bir santrafordan daha önce görülmemiş bir istatistik. Penaltı biraz uydurmaydı ama onu belirtmem lazım. Zaten bu düdükten sonra maçın kalanında sürekli penaltı düdüğü aradı İngilizler. Tam maç bitti derken Uribe’nin şutunu Pickford inanılmaz çıkardı ama şutun sebep olduğu kornerde Yerry Mina yine nefis yükseldi ve turnuvadaki üçüncü golünü atarak maçı uzatmaya götürdü. Yani zaten pek olası görünmüyordu ama bu golden sonra Mina’nın Fenerbahçe’ye transfer olma işi iyice yalan oldu. Uzatmalarda hafif de olsa bastıran İngiltere ataklardan sonuç çıkaramayınca penaltılara geçtik. İngilizlerin penaltı konusundaki bahtsızlığı malum ama Pickford bir milletin makus talihini yendi. Bacca’nın vuruşunu hakikaten iyi çıkardı. Eric Dier da hata yapmayınca, İngiltere Dünya Kupası tarihinde ilk kez penaltılarla tur geçmiş oldu. Bunu yaparlarken teknik direktörün, Euro 96’da futbol evine dönerken kaçırdığı penaltıyla takımının elenmesine sebep olan Gareth Southgate olması da, futbolun sevdiğimiz tesadüflerinden biri olsa gerek.



2 Temmuz 2018 Pazartesi

Uruguay Sürprizi(?)


Hepimizin bildiği üzere Uruguay, Edinson Cavani’nin tarihi performansının ardından Portekiz’i 2-1’lik skora turnuva dışına itti ve çeyrek finale yükselmeye hak kazandı. Maçın ardından gazetelerde atılan başlıkların ve sosyal medyada yapılan yorumların pek çoğunun temelinde Güney Amerika ekibinin büyük bir sürpriz yaptığına ilişkin argümanlar yatıyordu. 

Sürpriz yaptığı iddia edilen Uruguay’ın Portekiz karşısına çıkardığı ilk 11’de; beş Serie A, bir Arjantin Primera Division, bir Spor Toto Süper Lig, üç La Liga, bir de Ligue 1 futbolcusu bulunuyor. İleri ikilide görev alan Cavani-Suarez, futbol dünyasıyla biraz ilgili olan herkesin tanıyacağı ve gezegendeki en iyi beş golcüden biri olarak değerlendireceği isimler. Orta sahada görev alan Lucas Torreira bu sezon Sampdoria’da gösterdiği performansla büyük kulüplerin radarına girdi ve transfer olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Keza, Bentancur(Juventus) ve Vecino(İnter) da İtalya’nın dev kulüplerinde forma giyiyor. Stoper ikilisinde ise, Atletico Madrid’in tandemi Godin-Gimenez var. Yedek kulübesinde de hamle oyuncusu olarak bu sezon La Liga’da 20 gole ulaşarak Girona’nın kümede kalmasında başrol oynayan Christian Stuani ve Celta Vigo’da 18 golün altına imzasını koyarak dikkatleri üzerine çeken genç yetenek Maxi Gomez boy gösteriyor. Bunların hepsi belli bir seviyenin üstünde isimler. 2010 Dünya Kupası’ndan itibaren Uruguay’ın futbol gelişimine ve ülkenin futbol tarihine baktığımız zaman bence bu başarılar sürpriz olmaktan uzaklaşıyor. Elbette, sahada Cristiano Ronaldo varsa, onun takımı favoridir ama Uruguay’ın tur atlamasını sürpriz olarak algılamak, Oscar Tabarez ve öğrencilerine haksızlıktır. Uruguay gibi bir takımın Dünya Kupası’nda çeyrek final oynaması elediği takım Portekiz olsa bile gayet olağan bir durum. Sağlam savunma kurgusu ve Cavani ile Suarez’in ceza alanındaki sihirli işleriyle Güney Amerika ekibinin turnuvadaki her takım için tehlikeli bir ekip.

Çeyrek finalde Uruguay’ın Fransa karşısında yapacakları konuşuluyor şimdi. Savunmada kompakt olmayı becerebilen her takıma karşı zorlanan Fransa’nın, turnuvada bu işi en iyi yapan takıma karşı da zorlanacağı kesin gibi. Favori yine Fransa ancak Uruguay’ın tur atlama şansı da kesinlikle yadsınamaz.


Yeni jenerasyon


Uruguay, 2010 Dünya Kupası’nda yarı finale uzanırken takımın yıldızı Diego Forlan’dı. Şimdiyse Cavani ve Suarez kadronun liderliğini üstlendiler. Zamanı gelince bu ikilinin yerini alacak isimler de yavaş yavaş piyasaya çıkmaya başladı. Yukarda bahsettiğim genç yetenek Maxi Gomez, halihazırda takımda yer bulmaya başlayan Rodrigo Bentancur, Atletico Madrid’in B takımında dikkatleri üzerine çekmeye başlayan Nicolas Schiappacasse ve geçen yıl Real Madrid’in altyapısına transfer olan Federico Valverde; yeni jenerasyonun önde gelen isimleri. 2017 U-20 Dünya Kupası’nda bu isimlerin bazıları kadroda yer aldı ve o takım yarı final oynama başarısı gösterdi. Alt yaş gruplarında gelen başarılara da bakılırsa Uruguay’ın başarı geleneği devam edecek gibi. Biz de futbol tarihinin ilk süper takımını yaratan bu ülkenin(1924 ve 28 Yaz Olimpiyatları, 1930 Dünya Kupası) Dünya Kupası’nda elde edeceği başarılara alışmalı ve bunu sürpriz olarak addetmemeliyiz. 

Kupa Raporu #3: Neler Yaşadık?

Didier Deschamps ve öğrencileri 2018 Dünya Kupası’nı şampiyon tamamlayarak ülkelerini sevince boğdu. Champs-Elysees’de milyonlar sokağa...