18 Haziran 2018 Pazartesi

Kupa Raporu #1


Çok uzun zamandır heyecanla beklediğimiz Dünya Kupası sonunda başladı. Ben kendi hesabıma her maçın her dakikasını izledim ama bu boş vakte herkes sahip olmayabilir :) Bu sebeple, kupada bugüne kadar oynanan her maç için takımların ne oynadığına dair fikir vermesi amacıyla kısa kısa değerlendirmeler yaptım.


Rusya-Suudi Arabistan(5-0)


Bu maç, 5-0 biten herhangi bir maça kıyasla fazla durağandı. Suudi Arabistan maç boyunca dört pası üst üste yapmakta zorlanmasına rağmen %60 topla oynama oranına sahipti. Al-Sahlawi’yi bekleyenler içinse hayal kırıklıklarıyla dolu bir 90 dakika oldu. Rusya adınaysa maçın yıldızı kuşkusuz Alexandr Golovin’di. Maç için bir başlık atacak olsam ‘’Golovin böyle istedi’’ yazardım. Öyle bir top oynadı. Beppe Marotta da böyle düşünmüş olacak ki, maçın bitiş düdüğünün ardından Golovin-Juventus dedikoduları iyice ayyuka çıktı. 22 yaşındaki oyuncu yeni sezonda büyük ihtimalle Juventus forması giyecek. Sonradan giren Artem Dzyuba da önemli bir katkı verdi. Çok kötü bir performans gösteren Smolov’un yerini alması muhtemel. Rusya 5-0’lık galibiyetiyle büyük sükse yapsa da bence söylendiği kadar iyi oynamadı ve grup maçları sonunda Mısır’ın arkasında kalarak elenme ihtimalleri hala yüksek.

Mısır-Uruguay(0-1)


Sergio Ramos’un Şampiyonlar Ligi finalindeki insanlık dışı müdahalesinin ardından omzu çıkan Mohammed Salah, oynayacak durumda olduğu belirtilmesine rağmen maça yedek kulübesinde başladı ve oyuna giremedi. Mısır’ın hücumdaki tek opsiyonu olan Salah’ın yokluğu Afrika ekibini zorlasa da teknik direktör Hector Cuper kendi oyun anlayışını takıma çok iyi uygulattığı için 90’ıncı dakikaya 0-0 beraberlikle girmeyi başardılar. Mısır, klasik bir Cuper takımı görüntüsü çizdi. Savunmada adam paylaşımını iyi yapan, gerektiği yerde tempoyu yavaşlatan ve gol atması oldukça zor bir takım. Bu formüle Salah’ın hücumdaki sihri eklenince epey can yakabilirler. Uruguay’ın ise maçı kazanmasına rağmen beklentileri karşılayabildiğini söylemek güç. Orta sahadan dikine pas yapmakta çok zorlanan Güney Amerika ekibi Suarez ve Cavani’yi maçın son 10 dakikasına kadar yeterince besleyemedi. Son 10 dakikada ise şuursuz ve plansız bir baskı haline girdiler. Mısır’ın geri çekilmesi de bunda etkili oldu. 90’ıncı dakikada Carlos Sanchez’in ortasına çok iyi yükselen Gimenez’ın golüyle paçayı kurtardılar ve üç puana ulaştılar ama özellikle orta sahada bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Bu şartlar altında Lucas Torreira’nın ilk 11’de düşünülmemesi de epey tartışmalı bir karar. 

Fas-İran(0-1)


Maça iyi başlayan taraf Fas oldu. Yakından tanıdığımız Nordin Amrabat, hiç alışık olmadığı sağ bek pozisyonunda ilk yarının en iyisiydi. Takımını hücuma çok iyi çıkardı ve kestiği ortalarla etkili oldu. İran takımı ise öncelikle Fas’ın ilk 30 dakikadaki etkinliğini azaltmayı ve tempoyu yavaşlatmayı hedefledi. Bunda da çok başarılı oldular. İkinci yarıda oyunu iyi kilitleyen İran, bulduğu kontra ataklarla maçın dengesini kendi lehine değiştirdi. Tam maç berabere bitecek derken, yan toptan Faslı Aziz Bouhaddouz’un kendi kalesine attığı golle 1-0 kazandılar. İşleri hala zor ancak, ikinci yarıdaki oyunlarını Portekiz ve İspanya maçlarına taşırlarsa bu dev ekiplere zor anlar yaşatabilirler. Fas’ın önündeyse imkansıza yakın bir görev var.

Portekiz-İspanya(3-3)


Ronaldo ne top oynadı be! Gerçekten muhteşemdi. Euro 16’da çok iyi bir turnuva geçirmese de özellikle final maçında arkadaşlarına psikolojik olarak muazzam bir destek vermişti. Portekiz’in liderliğine kaldığı yerden devam ettiğini gördük. Attığı üçüncü gol, kupa tarihinin en güzellerinden biri olmaya aday. Bir puana razı olan İspanya ise, özellikle ikinci yarıda daha etkili olan taraftı. Lopetegui hakkında yazdığım yazıda İspanya’nın artık hepimizce kanıksanmış olan futbol anlayışından biraz bahsetmiştim. Beni pek yanıltmadılar. Çiçeği burnunda teknik adam Fernando Hierro, takımın dizilişini ve oyun yapısını pek değiştirmemiş. Tek sürpriz sağ bekteki Nacho’ydu, o da Ronaldo’nun sol taraftan yüklendiği anlarda daha defansif bir yapıyla karşılaşması içindi sanırım. Nacho bu görevi çok iyi yapamasa da attığı son derece estetik golle kendini affettirdi. Diego Costa da milli takım formasıyla açık ara en iyi maçını oynadı. Attığı ilk gol ‘’Santraforluğa Giriş 101’’ adeta.  

Fransa-Avustralya(2-1)


Fransa 2-1 kazandı kazanmasına ama ecel terleri döktü! Euro 2016’da yaşadıkları koordinasyon sorunlarının devam ettiğini gördük. Benim fikrimi soracak olursanız Fransa kadrosu kupanın açık ara en derin ve yetenekli ekibi ama saha içindeki uyumu sağlayamadıktan sonra bunun pek bir önemi kalmıyor. Özellikle Pogba-Tolisso-Kante orta sahası kağıt üstünde muhteşem gözükmesine rağmen yeterli performansı veremiyor ve ileri uçtaki Dembele-Griezmann-Mbappe üçlüsünü besleyemiyor. Pogba eğer bu takımın lideri olmak istiyorsa çok daha iyi oynamak zorunda. Bunu istediğini birçok kez belirtti ama aynı zamanda da hak etmek lazım. Deschamps da garip tercihleriyle bir kez daha hocalık yeteneğini sorgulattı. En azından ben sorguladım. Maç skoru 1-1’ken yaptığı Giroud-Griezmann değişikliği tam bir skandaldı. Griezmann gibi sihirli oyuncuları, o sırada ne kadar kötü oynarlarsa oynasınlar, gole ihtiyaç duyulan bir ortamda oyundan almak hiçbir zaman iyi bir fikir değildir. Avustralya ise, teknik direktör Bert van Marwijk yönetiminde tam da onun istediği bir profil çizdi. 66 yaşındaki teknik adam, 2010’da Hollanda’yı finale çıkarmasına rağmen, futbolun ruhunu ve Hollanda’nın total futbol geleneklerini öldürdüğü gerekçesiyle büyük eleştiriler almıştı. Bu Avustralya takımı da geride kurulan savunmayla ve gerektiğinde başvurulan sertliklerle 2010 Hollanda’yı andırdı bana açıkçası. Kangurularda altını çizmek istediğim oyuncu ise sağ stoper Trent Sainsbury. O kadar iyi oynadı ki maç süresince ara sıra kendisini Sergio Ramos’la karıştırdım. Eğer Griezmann ve Dembele maç boyunca bu kadar etkisiz kaldıysa aslan payı Sainsbury’nin.

Peru-Danimarka(0-1)


Tüm Peru halkının ahlar vahlar içinde hatırlayacağı bir maç oldu. Güney Amerika ekibinin neden 1.5 senedir yenilmediğini daha maçın 10’uncu dakikasında herkes anladı. Geride taş gibi bir savunma hattı ve kontraya harika çıkan Farfan-Cueva-Carillo hattıyla izleyenlere büyük keyif verdiler ama kalede heyula gibi duran babası kılıklı Schmeichel’ı bir türlü geçemediler. Cueva’nın ilk yarı sonunda kaçırdığı penaltı ise büyük ihtimalle nesillerden nesillere konuşulacak Peru’da. Danimarka maç boyunca hücumda epey etkisiz olmasına rağmen atamayana attı ve cezayı kesti. Elemeler boyunca Tottenham’ın yıldızı Christian Eriksen’e bağımlı bir görüntü çizen İskandinav ekibi, golü de 26 yaşındaki oyuncunun attığı pası Yussuf Poulsen’in ağlara göndermesiyle buldu.

Arjantin-İzlanda(1-1)


Maça ortalama bir başlangıç yapan Arjantin, Agüero’nun artık ezberlediğimiz bir sekansla ceza alanında daracık bir bölgede dönüp golünü atmasıyla 1-0 öne geçti. İzlanda şok bir kontra atakla Finnbogason’un golüyle 1-1 yaptı. Gerisi ise bizim yakından tanıdığımız, Arjantin’in ise ilk defa tanık olduğu bir hikayeydi. Skoru bulan İzlanda artık mükemmelleştirdiği alan savunması ve topu rakibe teslim etme stratejisiyle öyle bir kapandı ki, Messi bile kilidi açamadı. Bir anlık boşlukta kazanılan penaltıyı ülkenin umudu Lionel Messi’nin kaleci/film yapımcısı Halldorson’un üstüne nişanlaması maça son noktayı koydu aslında. O andan itibaren psikolojik olarak çöken Tangocular, ne yaptılarsa galibiyet golünü bulamadılar. Arjantin açısından endişe verici durum maçın berabere bitmesinden ziyade takımın en büyük yıldızının penaltı kaçırması ve demoralize olması. İzlanda zaten dünyadaki her takımın yenmekte zorlanacağı bir ekip. Sonraki iki maçta alınacak iki galibiyetle gruptan lider çıkmak da hala eskisi kadar yakın bir ihtimal ama Messi bir sonraki maçta patlama yaparak özüne dönmezse, bu takımın ruhu kaybolmuş olur.

Hırvatistan-Nijerya(2-0)


Turnuvanın şu ana kadarki en zayıf maçlarından biriydi. İki takımın da uyum sorunu yaşadığı ortada. Bir şans golü ve penaltıyla Hırvatistan maçı kazanmış olabilir ama hiç de iyi sinyaller vermediler. Nijerya ise orta sahasındaki yaratıcılık eksikliğinden fazlasıyla çekti. İki takımın da İzlanda karşısında epey zorlanacağını düşünüyorum. Hırvatistan, saha içindeki uyumsuz bir takım. Aslında uyumsuz olması için de hiçbir sebep yok. Zlatko Dalic de bu soruna çare bulamamış gibi gözüküyor.


Kosta Rika-Sırbistan(0-1)


Açıkçası maçtaki tek güzel şey Kolarov’un frikik golüydü. Keylor Navas gibi bir kaleci ancak böyle muhteşem bir vuruşla mağlup edilebilirdi. Kosta Rika, 2014’teki gibi savunmada sağlam, fizik kalitesi yerinde ve kontraya iyi çıkan bir takım. Maçın ilk yarısında etkili olan taraf onlardı. Ancak ikinci yarıda Sırbistan oyuna hakim oldu. Mitrovic biraz topçu olsa maçı çok daha erken koparabilirlerdi. Merakla beklediğim Sergej Milinkovic-Savic ise kaleye alıştığından farklı bir görevle üçüncü bölgede organizatör rolü üstlendi ve Serie A’da alıştığımız o ceza sahası koşularını pek yapmadı ama bu rolde de fena bir performans göstermedi.

Almanya-Meksika(0-1)


Dünün ve belki de kupanın en güzel maçı buydu. Dünya Kupası atmosferini iliklerime kadar hissettim. Maç öncesinde Almanya’nın kolay bir galibiyete uzanması bekleniyordu ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Meksika ilk 45 dakika boyunca Panzerleri çok etkili kontralarla sarsmayı başardı ve bunu yaparken tek bir net pozisyon bile vermedi. Hector Herrera’nın orta sahadaki muhteşem komutanlığı ve Lozano-Chicarito-Vela üçlüsünün ivmesiyle sanat gibi kontralar izledik. Euro 2012’de İtalya ile oynadıkları yarı finalden beri Almanya’yı bu kadar çaresiz görmemiştim açıkçası. Meksika, artık neredeyse sağ açık gibi oynayan sağ bek Kimmich’in boşaltttığı kanattan sürekli bastırdı ve golü de oradan buldu. Lozano’nun golü ve gol öncesinde Mesut’a attığı çalım futbolu neden sevdiğimizin cevabı niteliğindeydi. Golü bulan Meksika ikinci yarıda artık iyice geri çekildi ve Panzerler Boateng-Hummels ikilisinin bile rakip yarı alanda olduğu bir yerleşime geçtiler. Pozisyon da buldular ancak plansızca yaptıkları baskıya karşılık etten bir duvar vardı karşılarında. Marco Reus oyuna girdikten sonra biraz hareket getirse de maçı hak eden kazandı. Joachim Löw ve futbolcuların bir sonraki maç gününe kadar düşünmeleri gereken çok şey var.

Brezilya-İsviçre(1-1)

Bir sonraki maç gününe kadar düşünmesi gereken çok şey olan bir diğer takım da Brezilya. Maça iyi başlayan Sambacılar Coutinho’nun ayağından muhteşem bir gol bulduktan sonra televizyon başındaki herkes oyunun farka doğru gittiğini düşünüyordu muhtemelen. Öyle olmadı. Golden sonra Brezilya’ya bir şeyler oldu. Sanki orada görünmez bir el freni vardı, onu çektiler ve İsviçre’nin üstüne gitmeyi bırakıp iyice geri çekildiler. Oysa ki, İsviçre o ana kadar maçta hiçbir varlık gösterememişti. Bu rölantiden cesaret alan İsviçre, Shaqiri’nin önderliğinde ufak ufak atağa çıkmaya başladı, duran toptan da golü buldu. 21. yüzyılın başından beri oyuncular ve teknik adamlar değişse de İsviçre’nin oyun anlayışı değişmedi. Zor atarlar, zor yerler ve büyük takımlara hiçbir zaman kolay lokma olmazlar. Bu sefer de olmadılar ama bunun sebebi, İsviçre’nin başarısından çok Brezilya’nın basiretsizliğinde saklıydı. İsviçre’nin golünden sonra; bütün maç boyunca atakları yavaşlatmaktan, hücumun akışkanlığını bozmaktan ve yerde kıvranmaktan başka hiçbir işe yaramayan Neymar’ın önderliğinde şuursuz bir baskı yapmaya başlayan Brezilya golü bulamadı ve maç 1-1 sona erdi. Son saniyelerde kaleyi cepheden gören noktada kazanılan frikiği Neymar’ın kaleye vurmak yerine içeri doldurması da adeta maçın özetiydi.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kupa Raporu #3: Neler Yaşadık?

Didier Deschamps ve öğrencileri 2018 Dünya Kupası’nı şampiyon tamamlayarak ülkelerini sevince boğdu. Champs-Elysees’de milyonlar sokağa...