13 Haziran 2018 Çarşamba

Lopetegui, Real Madrid ve Dünya Kupası’nda İspanya


Real Madrid’in merakla beklenen teknik direktörü belli oldu. Los Blancos önümüzdeki 3 sezon için Julen Lopetegui’ye emanet. Peki kimdir Lopetegui? Nasıl bir futbol anlayışı tercih eder? Onun başında olduğu İspanya’dan Dünya Kupası’nda ne beklemeliyiz? Real Madrid doğru ismi mi tercih etti?


28 Ağustos 1996, İspanya Süper Kupası’nda Estadio Olimpico de Madrid’de Atletico Madrid’in konuğu Barcelona. Bir önceki seneyi kupasız kapatan Katalanlar, lig-kupa dublesi yapmış rakibine karşı ilk maçtaki 5-2’lik galibiyetin getirdiği avantajı korumaya kararlı. Kalede yedek kaleci Lopetegui var. Defansın göbeğinde yeni transfer Laurent Blanc boy gösteriyor. Defansın hemen önünde takımın demirbaşı Pep Guardiola bütün ihtişamıyla orada. Sağ açıkta ise ezeli rakip Real Madrid’den alınan Luis Enrique başlıyor maça. Maçı Atletico 3-1 kazansa da kupa Barcelona’ya gidiyor. Bu maç da tarihin tozlu sayfalarına karışıyor. Yaklaşık 20 sene sonra internette bir resim patlıyor. O resimde bulunan Johan Cruyff’ın mirası bu takımdan dünya çapında dört teknik direktör çıkıyor. O isimlerden biri, İspanya milli takımının başında geçireceği Dünya Kupası’nın ardından, son 3 Şampiyonlar Ligi sezonunun şampiyonu Real Madrid’in başına geçiyor.

Başlangıç


Futbola Real Sociedad altyapısında başlayan Julen Lopetegui, bir süre sonra Real Madrid tarafından altyapıya transfer edildi. Burada A takımla yalnızca bir maça çıkabildi ve daha fazla forma şansı bulabilmek adına o zamanın La Liga’sının mütevazı takımlarından Logrones’e transfer oldu. Burada dikkatleri üzerine çekti ve Barcelona’ya imza attı ancak orada da istediğini bulamadı. Sözleşmesi bittiğinde ayrıldı ve futbolu bırakana kadar Rayo Vallecano’nun kalesini korudu. Futbolu bıraktıktan sonra Rayo kendisine antrenörlük teklif etti. Bir sene altyapıda antrenör olarak görev yaptıktan sonra takımın teknik direktörlüğünü üstlenen 51 yaşındaki teknik adam, burada sadece üç ay dayanabildi. Bu kötü dönemin ardından kendisine kucak açan kulüp, altyapı eğitimini aldığı Real Madrid oldu. 2006 yılında kulübün gözlemci departmanının başına geçti ve burada iki sene görev yaptı. Castilla’nın(Real Madrid B Takımı) teknik direktörü olarak da bir sene geçirdikten sonra ayrıldı. Ağustos 2010’da İspanya Futbol Federasyonu altyapı takımlarının başına Lopetegui’yi getirdi.

2008-2014 arasında milli takımlar düzeyinin hakim gücü İspanya’ydı. Euro 2008, 2010 Dünya Kupası ve Euro 2012’yi üst üste kazanarak üç uluslararası turnuvada üst üste zafere ulaşan ilk takım olarak adlarını tarihe yazdırdılar. Bunu yaparken pas oyunu temelli bir stratejiyi tercih ettiler. Zaman zaman santraforda bir orta saha oyuncusunu -eskeriyetle Fabregas- kullanacak kadar topu ayağında tutmayı önemseyen bir geleneğin içinden gelen Julen Lopetegui de bundan doğal olarak etkilendi. Altyapılarda bu anlayışla iki büyük kupa kazandı. 2012’de U19 Avrupa Şampiyonası’nda ve 2013’te U21 Avrupa Şampiyonası’nda bu sisteme sadık kalarak zafere ulaştı. Şu an İspanya’nın Dünya Kupası kadrosunda bulunan David de Gea, Thiago Alcantara, Dani Carvajal, Koke ve daha birçok isimle daha o zamanlardan çalışma şansı buldu. Bir nevi Lopetegui’nin eline doğdu bu isimler. Bu başarıların ardından 2014 yazında Porto’dan gelen teklifi değerlendirdi ve Portekiz takımının başına geçti.

Bayern’in kısa süren kabusu


Porto’da 1.5 sene görev yapan Lopetegui bu süreçte herhangi bir kupa kazanamadı. Porto gibi bir kulüpte kupasız geçen bir sezon bile yeterince kötüyken bir de ikinci sezona tatsız bir başlangıç yapınca 51 yaşındaki teknik adamın işini kaybetmesi kaçınılmaz oldu. Ocak 2016’da işine son verildi. İlk sezonunda kupa kazanamasa da takımın Şampiyonlar Ligi’ndeki yürüyüşü takdir toplaması için son derece yeterliydi. O sezon turnuvada H grubunda Shaktar Donetsk, Athletic Bilbao ve Bate Borisov’un bulunduğu grubu ilk sırada bitirerek son 16 turunda Basel’in rakibi oldu Porto. Kura şansının yaver gittiğini söyleyenebilirdi. Ancak, grubu 6 maçta 16 gol atıp 4 gol yiyerek bitirmek ve bir sonraki turda Basel gibi herkese ters gelebilecek bir takımı toplamda 5-1’le geçmek takdiri hak eden sonuçlardı. Çeyrek finalde Bayern Münih’le eşleşen Portekiz ekibi, ilk maçı 3-1 kazanarak bütün futbol kamuoyunu adeta şoka soktu. Bu sonucun mimarları, dersine çok iyi çalışan Lopetegui ve maçta iki gol atan Ricardo Quaresma’ydı. 51 yaşındaki teknik adam rakibi Pep Guardiola’yı çok iyi tanıyordu ve sistemin bütün açıklarını tek tek tespit etti. Maça inanılmaz bir pres ve insanüstü bir adam adama savunmayla başlayan Porto, rakibinin geriden oyun kurmasına asla fırsat tanımıyordu. Dengesi bozulan Bayern’i paramparça ettiler. Maçta Portekiz ekibinin attığı üç golün de rakibin bireysel hatalarından gelmesi bir tesadüf değil, ince ince işlenmiş bir stratejinin sonucuydu. İkinci maçta gelen 6-1’lik sonuç moralleri oldukça bozsa da, Lopetegui’nin potansiyeli gözükmeye başlamıştı. 

Yeni umutlar


Euro 2016’nın ardından milli takımı bırakacağını açıklayan Vicente del Bosque’nin yerine geçecek ismi arayan İspanya Futbol Federasyonu; Porto’da futbol kamuoyunun dikkatini çeken, aynı zamanda da altyapılarda dört senelik bir dönem geçirdiği için oyuncuları ve sistemin işleyişini iyi bilen Lopetegui’yle anlaştı. İlk ciddi sınavını eleme grubundaki İtalya maçlarında veren 51 yaşındaki teknik adam, iki maçtan dört puan alarak endişeye mahal bırakmadı. Özellikle ikinci maçta Bernabeu’da oynanan etkili oyun ve alınan 3-0’lık sonuç yüreklere su serpti. Elemelerin tamamında 10 maçta 28 puan toplayan İspanya, grubundan rahatça lider çıktı. İspanyolların kupa hedefini perçinleyen maçsa 27 Mart’ta oynandı. Kupanın en büyük favorilerinden Arjantin’le karşılaşan Boğalar, Messi’den yoksun rakibini 6-1’le hezimete uğrattı. Kırılgan Arjantin savunmasını adeta kevgire çeviren Lopetegui’nin öğrencileri, kendilerini şampiyonluk denkleminin dışında tutanlara net bir mesaj vermiş oldu.

Lopetegui, milli takımın altyapısında çalıştığı dönem sebebiyle elindeki oyuncuların güçlü ve zayıf yönlerine turnuvadaki rakiplerinden daha hakim. Çok sık bir araya gelinemeyen ve antrenman yapılamayan milli takım seviyesinde futbolcularla teknik direktörün birbirini iyi tanıması çok önemli bir avantaj. İspanya, güçlü orta saha kurgusu ve Sergio Ramos’un liderliğindeki savunma hattı ve dünyanın en formda kalecisi David de Gea’yla kupanın en önemli favorilerinden biri. Zirve dönemlerinde olduğu gibi rakip takımın başını döndürecek bir top hakimiyetine sahipler. Takımın 4-3-3 geleneğinin sürmesi ise kesin gibi zira 51 yaşındaki teknik adam ne Porto’da ne de altyapılarda çalıştığı dönemde bu sistemden vazgeçmedi. Rusya’da 2008-14 arasındaki İspanya’nın çok benzeri bir takım izlememiz son derece muhtemel. Hem Lopetegui’nin futbol anlayışı hem de kadro yapısı bunu gösteriyor. O takımın en kilit ismi İniesta, yüksek ihtimalle son turnuvasına çıkıyor ve Zidane’ın 2006’da yaptığı gibi unutulmaz bir sonla veda etmek isteyecektir. Bu takımın da kalbi ve lideri o. Turnuvada nereye gideceklerini biraz da pas oyununun işlemesinde çok kritik bir role sahip olan Andres İniesta belirleyecek.

İspanya’nın zayıf karnı ise kadroda formda bir santraforun olmaması. Atletico Madrid’de orta şeker bir sezon geçiren Diego Costa, en iyi olduğu zamanlarda bile milli takımda bekleneni verememişti. Elemelerde sıkça kullanılan Alvaro Morata ise, Chelsea’de geçirdiği berbat sezonun ardından kadroya bile alınmadı. Bernabeu’daki İtalya maçında ileri uçta oynayan ve iyi bir performans gösteren David Silva’nın bu pozisyonda kullanılması da alternatifler arasında ancak kadroda Costa haricinde klasik bir santraforun olmaması canları biraz sıkabilir. Yine de buna İspanya’dan daha alışkın bir takım yok. 

Madrid’e dönüş

Bazı dönemlerde milli takımlar, o sırada çok başarılı olan yerel takımların hem kadro hem de saha içindeki oyun anlamında etkisine girerler. 80’lerin sonundaki Sovyetler Birliği takımının her şeyiyle Dinamo Kiev’in kopyası olması gibi. 2008-14 İspanya da her zerresiyle Barcelona’nın tesiri altındaydı. Hem oynanan futbol, hem de kadro yapısı benzerlik gösteriyordu. Tek fark, İspanya’nın Lionel Messi’si yoktu. Bu dönemlerde milli takımın altyapılarında görev yapan ve futbolcuğunda Cruyff’un Barcelona’sında forma giyen Julen Lopetegui de bu futbol anlayışını takip eden bir isim. Barcelona takımının 2009-11 arasındaki dominasyonu Real Madrid’i bu takımın antitezi olma yoluna itmişti. Önce Mourinho, sonra Ancelotti daha sonra da Zidane’la bir direkt futbol takımı olmuşlardı. Lopetegui, kariyerinin geçmişinde Real Madrid olsa da futbol anlayışı bakımından ‘’Barcelonalı’’ bir teknik adam. Bu durumda Eflatun-Beyazlılar’da bir şeylerin değişeceğini rahatlıkla öngörebiliriz. Takımın kadro yapısının da 51 yaşındaki teknik adamın oynatmak istediği oyuna uygun olduğu söylenemez ancak Real’in oyuncu ekibinin kudretini de göz ardı etmemek lazım. Neredeyse her mevkiide dünyanın en iyisini barındıran bir kadronun geçiş süreci çabuk tamamlanabilir. 

Julen Lopetegui’nin Real Madrid’e gelişi, saha içindeki oyunda bir zihniyet değişimi yaşanacağını gösteriyor. Direkt oyun anlayışının geride kalması ve pas oyununa geçilmesi kesin sayılır. Ronaldo ve Modric gibi kadronun vazgeçilmez isimlerinin de ayrılacağı konuşuluyor. Bu durumda bu geçişin sıfır sancıyla atlatılması pek mümkün gözükmüyor. İspanyol teknik adamın ilk altı ayı son derece kritik. Bu dönemde oynatmak istediği futbolu oyuncularına iyi aşılar ve bu kısmı en az kayıpla geçerse önü açık.

Not: Ben bu yazıyı yayına vermeden yaklaşık 38 saniye önce Julen Lopetegui'nin İspanya'dan kovulduğu açıklandı. Dünya Kupası'nda kendisini izleyemeyeceğiz ama turnuvadan bir gün önce hocası kovulan bir takımın futbol anlayışını değiştirmesi, takdir edersiniz ki, zor. Bu yüzden Rusya'da dikkatli izleyin İspanya'yı. Real Madrid'in gelecek seneki oyunu hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kupa Raporu #3: Neler Yaşadık?

Didier Deschamps ve öğrencileri 2018 Dünya Kupası’nı şampiyon tamamlayarak ülkelerini sevince boğdu. Champs-Elysees’de milyonlar sokağa...