10 Haziran 2018 Pazar

Futbolun Kaybolan Dehası, Arpad Weisz


Futbolun kaybolan dehası


‘’Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır.’’ -Theodor w. Adorno


Adolf Hitler ve Nazi Almanyası, hayatın her alanına el attığı gibi geçmişten bugüne kitleleri kontrol etmede en önemli araçlardan bir tanesi olan spor dünyasına da müdahalelerde bulunmuştur. 1936 Berlin Olimpiyatları’nda bir Afro-Amerikalı olarak 100 metre yarışını kazanıp altın madalyayı boynuna geçiren ve Nazi yönetim kadrosunun tribünü hışımla terk etmesine sebep olan Jessie Owens, sporseverlerin bu konuda en çok ismini zikrettiği sporculardan biridir. 1930’larda Matthias Sindelar önderliğinde dünyayı kasıp kavuran, ‘’Wunderteam’’ olarak adlandırılan Avusturya Milli Futbol Takımı da dağılmak zorunda kalmıştır. Sindelar 1939’da şüpheli bir şekilde evinde yaşamını yitirmiştir. Ancak, Hitler’in futbola müdahalesi Sindelar ile sınırlı kalmamıştı. Auschwitz olmasaydı bugün belki de futbol tarihinin en büyük teknik direktörlerinden biri olarak anacağımız Arpad Weisz da, bu şiddete kurban gitmişti.

Weisz, 1896 yılında Macaristan’ın Avusturya sınırında yer alan Solt’da doğdu. 20’nci yüzyılın başında İngilizlerin etkisiyle tüm dünyada yayılmaya başlayan futbol, Tuna Nehri kıyılarında da çok sevildi. Öyle ki, Macaristan ve Avusturya’daki kafeler, bu yeni oyun üzerine belirtilen fikirlerin ve girişimlerin Avrupa’daki merkezi haline geldi. 1900’lerin başında Orta Avrupa’daki kafelerde yürütülen entellektüel tartışma geleneğinden futbol da nasibini almıştı. Bu ortamda yetişen Weisz’ın futbola gönül vermemesi mucize olurdu. Yetenekli bir sol açıktı. 1924 Olimpiyatları’na favorilerden biri olarak giden, ancak hüsrana uğrayan Macaristan’ın kadrosunda yer almıştı. Bu takımın kaptanı, kendisi de Auschwitz’de mahkum bir yahudi olan ancak sağ kurtulmayı başaran Bela Guttman’dı. Guttman daha sonra 60’ların başında iki kez Şampiyon Kulüpler Kupası kaldıran Benfica’nın teknik direktörü olacaktı.

Bundan bir sene sonra, Weisz Padova’ya transfer oldu. Sene 1925 olsa bile yeteneğin keşfedilmesi uzun sürmüyordu. Burada bir sene top koşturduktan sonra İnternazionale’ye geçti ancak, şanssızlık peşini bırakmadı. Son derece ciddi bir diz sakatlığının ardından futbolu bırakmak zorunda kaldı. Futbolun cazibesine kendini kaptıran Milano’da Weisz’ın oyun üzerine yenilikçi fikirleri dikkatlerden kaçmadı. İyi bir hatip ve eğitimli bir insan olarak Milano kafelerinde hararetli futbol tartışmalarına katılıyordu. Mussolini’nin talimatıyla ismi değiştirilen ve Ambrosiana İnter adını alan eski kulübü, Weisz’a ilk şans veren takım oldu.
Futbolun erken dönemlerinde antrenmanlara gereken özen gösterilmezdi. Macar teknik direktörün takımda değiştirdiği ilk şey bu oldu. İtalya’da antrenmanları bizzat yöneten ilk hocalardan bir tanesiydi. Bu değişiklik başlarda futbolcular tarafından garip karşılansa da daha sonra meyvelerini verecekti. Herbert Chapman tarafından geliştirilen ve İngiltere’de çok verimli olan W-M taktiğinin küçük dokunuşlarla İtalyan futboluna adaptasyonunu sağlama hususunda çok başarılı olan Weisz, henüz 34 yaşındayken, o sene ilk defa merkezi bir lig sistemine geçen İtalya’da şampiyonluk kupasını kaldırdı. Serie A tarihinin en genç şampiyon olan hocası, halen Weisz’dır. Ambrosiana İnter, 1929/30 sezonunun şampiyonuydu. Weisz da popülaritesinin zirvesindeydi.

Sadece taktiksel dehasıyla değil, aynı zamanda gençlere verdiği önemle ve onları yetiştirmedeki becerisiyle de tarihe kazındı. Kurmaylarıyla beraber genç takım antrenmanlarını da dikkatli bir şekilde takip eder, bu yöntemle takımı zenginleştirmeye çalışırdı. Giuseppe Meazza, o dönem Weisz’ın dikkatini çeken futbolculardan biriydi. ‘’İl Ballia’’ İnter formasını ilk kez onun döneminde terletmiş ve 33 maçta attığı 31 golle 1930 şampiyonluğunun en büyük aktörlerinden biri olmuştu. Meazza daha sonra 1934 ve 38’te Dünya Kupası’nı kazanan kadronun en önemli isimlerinden biri olacak ve İnter’in stadyumuna ismini verecekti.

Şampiyonluğun ardından İnter’de bir yönetim değişimi yaşandı ve Weisz takımdan ayrılmak zorunda kaldı. Bari ve Novara’da kısa süreli işlerin ardından, 1935’te Bologna’nın başına geçti. Bologna, 1920’lerin başarılı takımlarından biriydi ve bu geleneğini devam ettiriyordu ancak, 30’ların başında Serie A’da bugüne benzer bir Juventus dominasyonu vardı. 1930’da Nerazzuri’nin şampiyonluğunun arından ‘’Yaşlı Kadın’’ zirveyi kimseye bırakmamış ve beş sene üst üste Scudetto’ya uzanmıştı. Bologna’yı yeni satın alan Renato Dall’Ara, Arpad Weisz’ın başarılarından etkilenmişti ve kulübün anahtarlarını ona teslim etmeye karar verdi. Bu ikili daha sonra çok iyi dost oldu ve Kırmızı-Mavili ekibin başarılarında ortak pay sahibiydi.

Weisz, ilk sezonu olan 1935/36’da takımı son maçta şampiyonluğa taşıdı ve Juventus’un hakimiyetine son verdi. Şampiyonluktaki en önemli etkenlerden biri, Busoni, Schiavio ve Reguzzoni’den oluşan yaratıcı üçlüydü. Sansone ve Fedullo da bitmek bilmeyen enerjileriyle bu üçlüye destek veriyor ve sahada daha özgür olmalarını sağlıyordu. Macar teknik direktör bu üçlüden yüksek verim almayı sürdürdü ve 1936/37 sezonunu da şampiyon tamamlayarak Juventus’dan sonra yeni bir dominasyonun sinyallerini verdi. Bologna, üst üste iki şampiyonluğun ardından gözünü Avrupa’ya dikmişti. 1937’de Paris’te düzenlenen büyük fuarın şerefine düzenlenen futbol turnuvası bu hedef için biçilmiş kaftandı. Bugünün Şampiyonlar Ligi’ne denk diyebileceğimiz organizasyonda Chelsea, Austria Wien ve Olympique Marseille gibi köklü kulüpler bulunuyordu. 6 Haziran 1937’de, kupanın finalinde Chelsea ile karşılaştılar. Chelsea büyük favoriydi. Neticede oyunun mucidi İngilizler’di ve hala Kıta Avrupa’sındaki gelişmeleri biraz kibirli bir tavırla takip ediyorlardı. Sonuç epey acımasızdı. Bologna, Chelsea’yi 4-1’lik skorla sahadan silmişti. Zaferin mimarı attığı üç golle Reguzzoni’ydi. Ligde art arda gelen iki zaferin ardından Avrupa’da da son derece prestijli bir kupa Bologna’nın müzesinde yerini almıştı. Weisz adına işler daha iyi gidemezdi...
Avrupa’da faşist iktidarların gücü giderek artıyordu. Hitler’in iktidardaki yeri sağlamlaştıkça yahudilerin yaşam alanı daralıyordu. Bir yahudi olan Weisz da bu durumdan doğal olarak etkilendi. Çocuklarının katolik olduğunu düşünürsek, kendisinin bağnaz bir yahudi olduğunu söylemek pek mümkün olmasa da Mussolini’nin 1938’de çıkardığı kanunda kendisine ayrıcalık yapılmadı. Bu kanuna göre, İtalya’da ikamet eden bütün Yahudiler ülkeyi derhal terk etmek zorundaydı. Kendisinin ve ailesinin yaşamı tehlikeye giren Weisz, Paris üzerinden o zamanlarda Yahudiler için yaşamın görece daha kolay olduğu Hollanda’ya geçti.

Ayrımcılık sebebiyle işinden olan bu ünlü teknik direktöre kapılarını açan kulüp Dordrecht oldu. Dordrecht, imkanları son derece kısıtlı bir alt lig takımıydı ve bu takımla bir şeyler başarmak mucizeyle eş değerdi. Yine de küme düşmeyerek burada da önemli bir iş yaptı. Weisz futbolla uğraşırken, Avrupa’da ayrımcılık giderek artıyordu. Mayıs 1940’ta Nazilerin Hollanda’yı işgal etmesi de işleri pek kolaylaştırmadı. Eylül 1941’de yerel karakoldan Dordrecht kulübüne bir faks geldi. Arpad Weisz’ın işinden derhal alıkoyulması gerektiği emrediliyor ve bir kulübün antrenörünün yahudi olması ‘’kabul edilemez’’ olarak belirtiliyordu. Dordrecht başkanı, Arpad’ı yakın bir dostu olarak görse de, bu şartlar altında kendisine yol vermekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Weisz ailesinin komşuları bir Ağustos sabahı yakın bir evden gelen çığlıklarla uyandı. Arpad Weisz ve ailesi Ağustos 1942’de Naziler tarafından Auschwitz’e götürülmek üzere tutuklandı. Kampa vardıklarında aile dağılacaktı. Karısı Elena ve çocukları Roberto ile Clara, köle olarak alınmadı ve Birkenau’ya gönderilerek derhal katledildiler. Ailesinin acısını taşıyan ve ruhunu çoktan kaybeden Arpad’ın bedeni de dayanamadı. 18 ay sonra, Ocak 1944’te hayata gözlerini yumdu.

Arpad Weisz savaşların ve soykırımların kurbanı olmuş büyük bir teknik adamdı. Hayatının son döneminde türlü işkencelere maruz kaldı ve oyunun gördüğü en görkemli figürlerden biri olabilecekken bir nazi kampında öldü. Hayatın adil olmadığına dair en vurucu öykülerden biri onunkisi.


Kaynakça:





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kupa Raporu #3: Neler Yaşadık?

Didier Deschamps ve öğrencileri 2018 Dünya Kupası’nı şampiyon tamamlayarak ülkelerini sevince boğdu. Champs-Elysees’de milyonlar sokağa...